Bir çocuk tüm dilleri öğrenebilme potansiyeli ile doğar. Eğer çevresinde birkaç farklı dil konuşuluyorsa onları ayrı ayrı öğrenebilir ve aynı anda pek çok dili konuşabilir.
“Sevgi dili” ya da daha güzel deyişiyle “gönül dili” aslında diğer diller gibi (İngilizce, Fransızca vb.) insanda doğuştan potansiyeli bulunan ancak maruz kalınınca öğrenebilen ve eğer erken yaşlarda maruz kalınmamışsa sonradan özenli bir çaba ile öğrenilebilecek olan dillerdendir.
Genellikle kendiliğinden bilindiği ve kolaylıkla konuşulabildiği düşünülür. Ancak bu dilin kalabalık kitleler tarafından konuşulduğuna tanık olunmamıştır. Belki bir aile, bazen bir mahalle ya da köy genellikle kişiler ama daha fazlası değil.
Birçoğumuzun gönlü dilsizdir. Onlar aslında gönüllerini bir türlü ifade edemezler. Bunu yapabilmeyi öğrenmemişlerdir. Gönüllerinden konuşmak istediklerinde duyulmamışlar, ayıplanmış ya da susturulmuşlardır. Çevrelerinde bu dili konuşan birileri ile bir arada olabilme fırsatını yakalamamış olabilirler.
Yazık ki dünyada daha çok konuşulan şiddetin ve nefretin dilidir. Şiddetsiz iletişim literatüründe bu dile çakal dili de denir. Bu dilin konuşulduğuna her birimiz tanıklık ettiğimizden bu dili konuşmayı daha iyi biliriz. Çünkü öğrenmenin en temel ilkesi yanık olmak, maruz kalmaktır. Gördüğümüz şeyi öğreniriz. Hatta gördüğümüz şeye benzeriz, bir süre sonra.
O yüzden insanın neyi gördüğü çok önemlidir. Neye maruz kaldığı… Çünkü maruz kaldığı şey insanı dönüştürür.
Gönül dili nedense daha duyarlı bir dildir. Daha alçak sesle konuşulur. Bağır çağır değildir. Anaların dilindedir genellikle. Ama gönül dilini kendi analarından öğrenmiş olan anaların dilinde… Eğer ana bu dili konuşamadığını fark ediyor ve bunun acısını yaşıyorsa bu dili öğrenmenin zamanı da gelmiştir.
Kadın ya da erkek, bir türlü kendini ifade edemediğini, derdini anlatamadığını düşünüyorsa bu dili öğrenmenin zamanı gelmiştir. Yaşam zorlukları, çatışmalar bir yandan bu dilin konuşulmasını güçleştirirken bir yandan da bu dilin öğrenilmesi ihtiyacını da doğurur.
Gönül dilini konuşmayı bilmeyenler bu dili duyduklarında bazen konuşanı da duydukları dili de garipserler. Bir yandan güzeldir ve özlenendir bu dil ama bir yandan da kişinin eksiklik duymasına neden olur sebebini tam ifade edemediği bir öfke ve acı da uyandırabilir. Bu kadar güzel ve kıymetli olan neden bende yoktur da onda vardır. Ne şanslı insanlar vardır.
Siyaset konuşulurken bu dil kullanılmaz. Televizyonda ya da sosyal medyada bu dile sık rastlanmaz. Kadın programlarında, yarışmalarda ve dizilerde genellikle bu dil yerine çakal dili konuşulur.
Gönlün dili, sevgi dili şiirlerde, öykülerde saklıdır. Romanlardadır. Müzikte vardır, hele türkülerde bolca, bazen filmlerde ve Barış Manço şarkılarında…
Bu dili bildiğimizi ve konuştuğumuzu sanırız birçoğumuz. Bu dili bilmeyen diğerleridir. O yüzden anlaşılamıyoruzdur, anlamıyoruzdur.
Suçlarız diğerini, gönül dilini konuşmuyor olduğu için. Oysa Fransızca bilmeyen birini Fransızca konuşmasını bilmediği için suçlamak neyse bu dili konuşmadığı için suçlamak da odur. Bu kadar saçmadır bu beklenti.
Çünkü başlangıç varsayımımız yanlıştır. “Gönül dili her yetişkinin konuşmayı bildiği, bizim elbette bildiğimiz en basit dildir” varsayımı.
Çocuklar dil öğrenmeye en yatkın varlıklardır. Doğuştan mahirdirler bu konuda ve duymaları bile kolayca öğrenmelerine yeter ve engel olunmazsa kendiliğinden konuşacakları dil, bu dildir.
Gönül dili illa kelimelerle konuşulmaz. Kelimelerle de konuşulur ama illa onlarla değil. Ruhun penceresinden yani gözlerden çıkar bu dilin ilk sözcükleri.
Dedim ya illa sözcükle konuşulmaz diye hayvanlar, börtü böcek konuşur ve bilirler bu dili. Hem de çok güzel konuşurlar ve hatta öğretirler de en öğrenemez sanılanlara bile…
Sevgi dili lügatının ilk sözcüğü selamdır. Tebessüm eden yüz ve gözler de ilk sessiz sözcükler. Bu dili konuşmanın şartı olan tutum ise nezakettir.
Öyle insanlar vardır ki bu dili konuşmayı bilen, görmek huzur verir. Konuşulduğunda konuşanın dizinin dibinden ayrılmak istemezsiniz. Dede ve torunu gördüğünüzdeki keyif biraz da bu dilin tatlı tınısından kaynaklanır.
Bizim ülkemizde bu dilin konuşulması sanki erkekliğe halel getiren bir şeymiş gibi düşünülür ya da bu dili konuşuyorsanız kadın olun erkek olun güçsüz ve kırılgan olduğunuz düşünülebilir. Safça ya da kandırılabilir olarak görülme ihtimaliniz artar.
Demiştim ya, dile maruz kalan onu öğrenir. Maruz kalmadıysanız çat pat bilirsiniz ya da bilmezsiniz.
Öğrenmeyi istersiniz ve o dili bilmeye ihtiyaç duyarsınız. Çünkü dil bilmemek çok acı vericidir. Çaresiz, kifayetsiz hissettirir.
Her yaşta öğrenilebilir. Bu dilin öğrenilmesi ise hayatı cennet yapar. Ama unutmayın, yapmayı bilmediğiniz, yeni öğrenmeye başladığınız şeyi ilk başlarda acemice yaparsınız.
Vazgeçmeyin. En zor zamanlar öğrendiğiniz şeyi denemeye başladığınız ilk zamanlardır.
Hata yaparsınız, utanırsınız, mükemmeliyetçilik burada başa beladır. “Yapamıyorum zaten ben, olmuyor” deyip pes ediverirsiniz.
İnsan olmak makamının giriş belgelerinde sorulan ilk sorudur bu dili bilip bilmediğiniz.
İnsan olmak’lık da bu dil de ömür boyu çaba sarf etmeyi gerektirir. Oldum, yaptım, öğrendim diyemezsiniz. Hep daha fazlası, yeni kelimeleri vardır. Kullanmadığınızda unutursunuz, nankördür.
Nasıl ki dilimizi konuşmaya başlayan yabancının konuşması nasıl sevimli ise sizin yaptığınız hatalar da öyle sevimlidir.
Vazgeçmeyin olur mu? Zira konuşmaktan ve duymaktan hoşlanacağımız başka bir dil yok.